3 Ocak 2019 Perşembe

Ruhum Var Bana Emanet Edilen Bedenimin İçinde




Özledim! Bana ait olan her şeyi. Bahçesinde oyunlar oynadığım evimi özledim. Günler birbirini kovalarken aylarında birbirini kovaladığını fark etmem zaman aldı. Aylardır uzaklardayım. Sürgünde değilim ama uzak kalmak özlemimi daha da arttırdı.
Bazı zamanlar vardır doğup büyüdüğün yerlerde insana yabancı gelir. Artık yabancısı oldum çocukluğumun. Geleceğimin de yabancısıyım belki. Şu an her yer yabancı geliyor bana. Oturduğum sandalye, kullandığım bilgisayar, taktığım gözlüğüm. Bulunduğum zaman diliminde bana ait hiçbir şey yok. Ruhum var bana emanet edilen bedenimin içinde. O bile bana ait değilken ben ait olduğum yeri arıyorum.
Aitlik duygusu insana bağlıymış. Ben belki duygularımı çok söndürdüğümden dolayı kendimi yalnız hissediyorum. Kime değer verdiysem ona ait olduğumu düşündüm. Her düşlerimde hüsrana uğradım. Ya da bunların tam tersi bana ait olduğunu hissettiğim duygularım beni hüsrana ulaştırdı.  Ait oldum olmasına ama sonuç denen nokta her seferinde beni yordu.
Ait olmak neymiş diye yaşamaya kalkıştım. Belki deneme oldu ama deneme yaparken hata yaptığımı düşünmedim hiçbir zaman. Sevdim çünkü beni mutlu etmesini, keşfetmediğim o duygularımla tanışmamı sağladı, beni hayata bağladı sonu ne kadar hüzün dolu olsa da.  Bu bir hataydı belki ama bırakayım hata bende olsun. Değer verdiğim kişilerin gidişini gördüm ya yapılan hata benim olsun…
Biraz merak edersin biraz heyecan biraz onunla kuracağın hayaller en çokta kim olacak düşüncesi onun kim olduğunu düşünmek kadar güzel bir duygu olmaz. Kederi beklemek güzeldir. Pişmanlık yok, sevmekten niye pişman olayım ki? Sevmek pişmanlık olmaz sadece düşüncenin değişmesi olur.
Yaşadığım sevgiden bende pişman değilim. Sevdim, sevildiğimi hissettim ama ihanet edemedim sevgime. Hep duygularım sömürülmüş olsa da pişmanlık duymadım. Aldığım kararlar belki beni pişman etmiş olabilir ama kötünün en iyisi için çabalamayı başardığımı düşünüyor. Biraz zamana ihtiyacım var başardığımı görebilmek için.
               Seçimlerim zamanla yollarını birleştirdiğinde benim için en doğrusunu göreceğim. Şanssız değilim sadece doğru zamanı göremiyorum. Zamanı okumayı başardığımda şansım benden yana olacak. Belki yarın, belki yarından da yakın bir güne uyandığımda…

04/01/2019
KOKSGNS

21 Ekim 2018 Pazar

KAPTAN GEMİ SU ALIYOR!

    



     Bir gemi, hayallerimize doğru yelken açmış ilerliyor. İlk başlarda hiçbir donanımı olmaksızın mavi sularda süzülerek ilerliyor. Bir anda karşısına çıkan olumsuzluklarla donanıma ihtiyaç duyar. Mesela yelken ya da kürek olabilir. Bunlar olursa hayallerine daha çabuk gitmek, hayallerinin hemen gerçekleşmesini ister. Hep ister ya neyse.

     Yelken olsa daha çabuk ve kolay gideceğini düşünür. O yelken aniden çıkmıyor ki. Çıktığında ise bizi ileriye götüreceği meçhul… Hayallere doğru giden o gemi yelkeni buldu diyelim ya rüzgar olacak mı? Rüzgar öylemi hiç, istediğimiz zaman bulabilecek miyiz? Rüzgar oluşsa bile istediğimiz yönde mi olacak? Ters yönden gelen rüzgar ile ne kadar ilerleyebiliriz ki, ilerleyemeyiz değil mi? Bizi bulunduğumuz yerden daha da uzaklara sürükler ve hayallerimizden bir adım daha uzaklaşırız.
Elimizdeki yelkenleri kapatıp küreklere asılma vakti gelmiştir. Rüzgar da bunu engelleyecek değil ya. Bu durumda rüzgar engelleyemezse akıntı engelleyebilir. Hep bir engel çıkıyor umutlara giderken. Akıntı yüzünden bazen yerinde sayarsın bazen de gerilersin ama hiç ilerleyemesin. Mavi orada, hayaller orada, gelecek orada bir tek sen orada değilsin.

     Kürek çekmekten omuzlarında bir ağrı birikir. Bırakırsın kendini biraz daha gerilersin. Belki de başladığın noktayı da önünde unutursun. İyice gerilere düşersin, düştüğünü fark ettiğinde üstüne ağırlıklar biner. O ağırlıklar kalkmanı engeller ezer seni. Belki de ezdi seni, sen farkında değilsin. Bu durumda nasıl ayağa kalkmayı düşünürsün, nasıl ilerleme fikirleri kurarsın?

     İmkansızı başarmak gibi bir şey bu: başladığın noktanın gerisinden zirveye çıkmak istiyorsun. Buz bile hemen buhar olmuyor ki. Önce sıvı olması gerekmez mi? Peki ya sıvı olmak nedir? İlerlemek mi yoksa dağılmak mı? Bence dağılmak oluyor. Geminin içindeki gereksizleri ilerlerken suya atmak güzel bir örnek olacaktır. Her insan dağılır bu yolda çünkü yol çok uzun ve zordur. Zorluklar karşısında gücün bitti mi sen artık yoksun demektir. Bir nebze de olsa bir kenara gücünü bırakmak gerekir. Bu son gücü nasıl saklayacağız ki? Çoğu insan son gücünü saklamak yeri daha çabuk tüketme yollarında bir çözüm arıyor. Sigara, alkol gibi kötü alışkanlıkların gücünü saklayacağını düşünüyor. Bir kenara saklamak dediğim bu olmuyor. Aksine ölüme davetiye çıkarmaktır bu.

     Gerilerden önde olanlara selam olsun! Bekleyin bir gün orada olacağım gün bitmeden belki sizin yanınızda olabilirim. İlerlemek gerekiyor bu siyahın maviye vurmuş ruhuyla. Gemi henüz batmadı. Batsa bile bir tahta parçasına tutunarak belirli bir süre suyun üstünde kalabileceğimi unutma! O ruh haliyle o tahta parçasına yetişir miyim bilinmez. Belki bende gemi ile suyun derin mavisinin ardında kayıplara karışırım.



Ejderha (Mavi) 2017

25 Eylül 2018 Salı

İKİNCİ ÇİZGİ



İnsan bazen bırakmak ister. Her ne kadar kendini zorlasa da bırakamaz. Hayatını bir kenara çekilip izlemek her zorluğa karşı dik durmak ister. Hayat o kadar zor gelir ki insanın üzerine ayakta durmaya ne kadar çalışsan da tek başına hiçbir şeyin üstesinden gelemez.
Bazen bir kuş olmak ister. Sonsuz gökyüzünde dolaşmak, kimsenin baskısı altında kalmamak istersin. Bazen de bir köpek. Sahibine o kadar bağımlı olursun ki o nereye gitmek isterse sende onunla beraber olursun. Ama hesaba katamadığı o içindeki ses ile hayallerinden ayrı düşürür seni. Olmak istediğin yerde kendini bulmazsın. Onlarca yıl çabalamaya rağmen yolunun üzerinde seni durduracak bir engel ile karşı karşıya gelirsin. Hayata yeni atılmaya başlamışken kendi kararların ile geleceğine adım adım giderken yolunda birçok engel ile karşılaşırsın.
Hayat zaten bir engel değil mi insan ömrüne? Bir de senin hiç düşünmeden verdiğin kararlar ile engel büyüyor geçilmez bir duvar olarak çıkıyor karşına. Her gün kendini zorlarsın ama bir fayda vermez. Ayakta durabilirim dersin ama nafile. Hayat çoktan ezmiş geçmiş seni. Sen bundan sonra ayağa kalkabilecek misin?
Bu yola ilk ailemizin kararlarını uygulayarak çıkmadık mı? Daha biz doğmadan hayatımız belirlenmişti bile. Tek eksik bu hayatı gerçekleştirecek bir insan lazımdı yaşama. Zaten insan ömrü iki çizgi arasında geçmez mi? Doğduğun nokta, başladığın yaşama; öldüğün nokta, yaşamın bittiği nokta arasındaki çizgi değil midir? Ya ikinci çizgi olarak bilinen yaşam ne oluyor...
Ailemizin biz doğmadan kurduğu hayaller çizgisinden kurtulmak, yaşamayı öğrenmek. En önemlisi kim ile yaşayacağınızı nereden bileceksiniz? Daha sevginin, aşkın ne olduğunu bile bilmiyorsunuz. Hani bilmezsiniz ya kalbiniz birini, çok özlediği diğer parçasını bulduğunda ona kavuşma hayalleri kurar ya. O kişi hiç beklemediğiniz biranda karşınıza çıkar işte o an kalbinin atım hızı ile kendinizden geçersiniz. İşte ikinci çizgi burada devreye giriyor.
İkinci çizginin varlığı da şüpheli ama ne yapacaksın? Haftalarca, aylarca hatta yıllarca konuştuğunuz bir kişi. Bir gün normal bir şekilde senle sohbet etmeye başlar. O an nedensiz yere kalbinin ritmi değişir. Ritmin değişmesi ile nefes alamaz olur sonrada konuşamaz bir şekilde orada öylece oturursun. İlk hızlı kalp atımıyla hayatın değişmeye başlar. Neden değiştiğini anlayamazsın. Anlamakta zordur. Onun sana karşı hissettiği bir duygu yoksa eğer ya o başkasını seviyorsa. Maalesef hayat hep tatlı olacak diye bir kaide yok. O an, insana nasıl koyar bilir misin?
İşte kalbimin ritmi değiştiği günü bile hatırlamıyorum. O kadar çok zaman geçti ki aradan. Hiç köprünün altından akan su geri gelir mi? Zaman da aynı bu suyun yaptığı köprüdeki şekiller gibi yıkıp geçti beni. Bazen su kendini sele bırakarak köprüye zarar verdi. Köprü eskisi gibi sağlam kalır mı bu selden sonra? Bu kadar kalp acısına takılıp kalan, düşünceleri ile her gün öldürdüğü milyonlarca beyin hücrelerine rağmen ayakta kalmaya çalışırsın....

Ejderha (Mavi) 2017





8 Mart 2018 Perşembe

Güneş’in Isıtmadığı Diyarların Kâbusları

Şiddet ve yoksullukla yerinden edilmiş, kaderlerine terkedilmiş mülteci ve göçmen çocukların hakkı değildi bunlar. Dört tarafından kuşatılan yaşama yeni çıkmış yavruların gülmeyi öğretmeden acı ile ağlamayı öğrettiler. Patlamalarla yıkılan binaların enkazlarında yiyecek tek bir lokma bile bulamayan insanların hikâyeleriydi bunlar.
Ne uğruna üzüldü bunca insan?
Eline silah almış kendine adam diye hitap eden zat!
Dur artık! Yetmedi mi döktüğün kanlar? Yetmedi mi haksız yere kazandığın toprakların sömürgesi? Yetmez miydi bu dünya hepimize? Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Somali, Mısır daha ismini sayamadığım onlarca ülkedeki alıp veremediğin şey ne? Eline bulaştırdığın bu kırmızı lekede neyin nesi?
Bak! Savunmasızları öldüren savaş illetine. Afganistan’dan Umuda Yolculuk adında daha güzel yaşam bulmak umuduyla yola çıkıp Ege Denizi kıyılarına vuran cesetlere. Ne işleri vardı Ege’de?
On yaşındaki kız çocuğunun binecekleri şişme bot batarsa diye kıyıya bıraktığı örgülü saçı gördün mü? Belki annesi örmüştü o saçları, kim bilir? O saçı kimin ördüğü meçhul ama senin o masum çocuğun yaşama hakkını öldürdüğün gerçeğini değiştirmiyor.
Habercilerin fotoğraf kadrajına sığan insanları görüyor musun? Hani o fotoğraflardan birinde bir çocuk vardı. Bir elinde kaybettiği annesinin çantası diğer elinde kardeşinin biberonu bulunuyordu. Niye ayırdın o kız çocuğunu annesinden, ne suçu vardı da bu kadar zulme reva gördün?
Biz sağlıkçıların içini titretmiş bir fotoğraf daha vardı hatırlar mısın bilmem… Beş yaşındaki Ümran ambulansta kanlar içinde oturuyordu. Yüzünün sol tarafı kendi kanı ile kırmızıya boyanmışken diğer tarafı savaşın kirli beyaz tozlarından görünmez olmuştu. Küçük bir çocuğun anne ve babasının nerede olduğundan habersiz ambulansta ne işi var?
Peki ya Omran’ı hatırlar mısın? Tişörtünün üzerindeki popüler bir çizgi film karakterinin resmi vardı. Siz akıttığınız kanlar, yıktığınız binaların tozu ile göremediniz onu, biz gördük. Üstüne çöken binanın enkazından Omran’la beraber üç çocuk daha kurtarıldı haberin var mı? Ne uğruna yıktınız o binaları çocukların başına?
Savaşın korkunç yüzünü anlamak için kıyıya vurmuş bir beden bulmak gerekmiyor. Sadece dinlemek gerekiyor. Bir bebeğin korku dolu ağlamasını, bir çocuğun korunma isteyen çığlıklarını, bir annenin ya da genç bir kızın namusuna göz dikmiş kendini adamdan sayan şeref yoksunlarından kurtulmak için yalvardığını duyuyor musunuz?

Oscar’a aday gösterilen Ayla filminde hangimiz ağlamadık ki? Savaşın ortasında annesinin ölü bedenin yanında ağlarken bulunan Ayla bebeğin hikâyesine hepimiz gözyaşları döktük. Onu bulan Türk askerinin ölümü göze alarak koruması ve büyütmesi ile gurur duymayan var mı? Yoktur elbet. Gittiği yere savaşı götürmeyen tek devlet olarak ben askerimizle gurur duyuyorum.
Sen anlamazsın Türklerin savışını. Biz Türkler bu haksızlığı bitirmek için Kızıl Elma dedik. Adaleti ve kardeşçe yaşamayı hedef kıldık. Sen söyle o vakit Kızıl Elma neresi? Sen göster ki bize o yeri, biz oraya Barış’ı getirelim. Senin savaşarak gösteremediğin o mutluluk gözyaşlarıyla yeşeren çiçekleri biz büyütelim…
Çocuklar bizim geleceğimizdir…
UNICEF’in rakamlarına göre dünya üzerinde tıpkı Ümran, Omran, Ayla gibi annesi ve babasını kaybetmiş, yurdundan evinden ayrılmak zorunda bırakılmış, kimi zaman adını bile unutan yirmi sekiz milyar kayıp çocuk bulunmaktadır.  Üstelik bu çocukların bir buçuk milyonu ülkemizde yaşıyor.

ÇOCUKLARI SAVAŞLA MUTLU EDEMEZSİNİZ! YIKIK BİNALARIN ARASINDA YAŞAMAKTANSA PARKLARDA YAŞAYAN BİR NESİL GÖRMEK İSTİYORUZ.

2 Ekim 2017 Pazartesi

Söz Vermiştim.

Ellerim yine klavye tuşları üzerinde
Seni arıyor her harfte, her kelimede
Hani Hâkim Bey’e sorduğum o sorulara inat
Seni arıyor siyahlara esir olmuş dünyada.

Ab-ı efsunlar ayrılırken gözlerimden
Bir söz vermiştim kendime,
Dayanamıyorum artık sözüm bozuldu
Yazıyorum yine hayal dünyamın kahramanına


(45 Dakika)

03.10.2017

27 Eylül 2017 Çarşamba

Hakim Bey

Vee...
Gün gelir yazmak istersin.
Yine;
Duyguların ağır gelmiştir kalbine. (!)

Söz mü vermiştim kendime? Bak yine yazmaya başlamışım. Kalemim hareket istiyor. Mürekkep ise kendini dağıtmak. Kendimi ne kadar sıksam da başaramıyorum. Kalbim hep doluyken yazmıştım ama şimdi boş. Boş olduğunda da içime dolan yazma hissini durduramıyorum. 

Kalbimi oturtmuşlar sanık sandalyesine
Gözleri yerde, kulakları hakimin sözlerinde
Elleri kelepçe olmuş önünde
Hakim bir karar kılmak zorunda 
Elindeki kalemi ya bırakacak
Ya da kıracak o zavallı kalemi

Hakim bey cevap bekliyorum artık. O kalemi yaşatayım mı? Durdurayım mı?


Beni son bir aydır iyi bilenler yoruma 
27.09.2017

5 Temmuz 2017 Çarşamba